İskelenin Öyküsü - Ayşen Ertür

.

İSKELENİN ÖYKÜSÜ


Bana yazma cesareti veren ruh ikizime

Bir varmış, bir yokmuş. Çook çok eskiden, İstanbul'da, Haliç'in Marmara'ya kıvrılarak açıldığı kıyıda bir iskele yaşarmış. Güzel, alımlı, tahtaları bakımlı bir iskele. Bacalarını kırıp dumanlarını savura savura Köprü'nün altında bir o yana, bir bu yana seğirten römorkörlerden birinin kaptanı iskelenin yakınında oturduğu için, akşamları römorkörü bizim iskeleye bağlarmış. Sabah olunca da gelir, tayfalarıyla birlikte römorkörü alır, yine dumanlarını savura savura bir o yana, bir bu yana koşuşmaya koyulurlarmış. Bu gece misafirlikleri sürüp gittikçe, römorkörle iskele de arkadaş olmuşlar. İskele gelip yanaşan vapurları, yük taşıyan mavnaları, inip binen insanları, biletçileri, çımacıları römorköre anlatırmış. Römorkör da yakın sularda olup bitenleri, balıkçı kayıklarının maceralarını iskeleye... Yıllar geçmiş. İskele römorkörün en iyi arkadaşı olmuş.

Bir akşam römorkör biraz da kurumla süzülerek yanaşmış iskeleye. Tayfalar palamarları bağlayıp gitmişler. "Bugün ne oldu biliyor musun?" demiş römorkör. "Hani o sana anlattığım kocaman yük gemileri var ya... Bugün onlardan birisinin dümeni kilitlenmiş. Koca gemi kıyıya doğru sürüklenmeye başladı. Ortalıkta başka tekne olmadığı için, kaptanımla ben geminin yardımına koştuk. Geminin attığı halatları bağladık. Ben o koca gemiyi tek başıma açığa çektim. Yardım gelene kadar da, açıkta tuttum. Kaptanım bana, "Aferin kahraman römorkörüm benim" dedi. "Boyundan büyük iş başardın. İskeleciğim, sence ben çok mu küçüğüm?" "Hayır, canım" demiş iskele. "Çok küçük değilsin. Tam bir römorkörün olması gereken boydasın. Seninle gurur duyuyorum."

Ertesi gün römorkörün başarısı diden dile dolaşmaya başlamış. Diğer gemilerin mürettebatı, iskele görevlileri, kayıkçı sandalları, mavnalar hatta yolcu gemileri römorkörün tek başına koca şilebi kıyıdan açmasını birbirlerine anlatıyorlarmış. O akşam römorkör iskeleye bağlandığında biraz daha kibirli bir hali varmış sanki. "İyi akşamlar iskele" demiş. "İyi akşamlar römorkörcüğüm, hoşgeldin." "Hııı", demiş dalgın dalgın römorkör. "İskele be, senin dünyan da ne kadar sınırlı değil mi? Hiç benim gibi dumanını savura savura gidebilir misin?" İskele gülmüş, "Hiç olur mu römorkörcüğüm? Ben buraya sıkı sıkı bağlıyım. Benim işim burada durmak." "Ne sıkıcı" demiş römorkör. "Şu mavi denize, şu engin ufuklara bir bak. Yani sen bunların hiçbirini göremiyorsun değil mi? Senin kaderin hep burada, bu kıyıda, bağlı bağlı çürümek." İskele duyduğu bu sözlere çok üzülmüş. "Ama römorkörcüğüm, ben burada olmazsam sen nereye yanaşırsın? Bütün o gemiler, o yolcular ne yaparlar sonra?" "Amaan" demiş römorkör, "Boşversene, biraz yukarıda bir iskele daha var. Hem o senden daha yeni. Üstelik bembeyaz da boyalı. Ona yanaşırlar." İskelenin yüreği burkulmuş. Arada sırada yanaşıp kalkan diğer gemiler de Haliç'in biraz daha içindeki yeni iskeleden bahsediyorlarmış arada sırada. "Keşke beni de boyasalar" diye geçirmiş içinden. "Bir iki tahtam da değişse fena olmaz. O zaman römorkör da beni daha çok beğenir."

Römorkörün hali tavrı günden güne değişmiş, burnu büyüdükçe büyümüş, iskelenin hiçbirşeyini beğenmez olmuş. Akşamları, herkes gittikten sonra iskele gene römorköre o gün olanları anlatmaya, römorkörü eğlendirmeye çalışıyormuş. Çalışıyormuş ama, römorkör sık sık onun sözünü kesip, "Bırak bu sıkıcı hikayeleri" diyormuş. "Ben senden daha çok geziyorum, görüyorum, öğreniyorum. Hem yukarıdaki iskele senden daha güzel öyküler anlatıyor. Başımı şişirip duruyorsun. Bıktım vallahi. Hımbıl şey sen de!" O zaman iskele içini çekip susuyormuş. "Yarın heyecanlı birşey olsa" diyormuş içinden. "Ne bileyim, mesela birisi gemiden inerken denize düşse. Benim ayağıma tutunup yardım gelene kadar beklese. Ben de onu kurtarsam." Ama iskelenin yolcuları dikkatli, çımacıları becerikliymiş. Gemiler sımsıkı bağlanıyor, yolcular verilen iskelelerden dikkatle iniyorlar, biniyorlarmış.

Yine bir akşam, römorkör herzamankinden heyecanla yanaşmış iskeleye. "Şuna bak" demiş tayfalardan biri. "Kaptan, biz bunun palamarını bağlamasak da, bu ne yapacağını, nerede duracağını biliyor gibi. Afferin ufaklık." Römorkör, mürettebatın uzaklaşmasını sabırsızlıkla beklemiş. Herkes gider gitmez de heyecanla anlatmaya başlamış. "Bugün kaptanıma yeni görevler verdiler. Üstelik maaşına da zam yaptılar." "Çok sevindim römorkörcüğüm" demiş iskele. "Desene, yeni yeni yerler de göreceksin." "Evet, evet" demiş römorkör. "Zaten aynı yerlerde dolaşmaktan sıkılmıştım. Yeni limanlar tanımanın zamanı geldi. Üstelik kaptanım da yeni ve daha büyük bir eve taşınıyor. Herhalde artık akşamları da yeni iskelede geçiririm." İskelenin başından aşağı kaynar sular dökülmüş. "Yani beni bırakıyor musunuz?" diye kekelemiş. "Hemen değil" diye cevap vermiş römorkör. "Kaptanımın taşınması biraz zaman alacak. Sen de bu arada kendini alıştırsan iyi olur. Zaten artık ruhum sıkılıyor burada. Ben geliştim, sen olduğun gibi kaldın. Bana bir türlü ayak uyduramadın. Benim gibi kahraman ve başarılı bir römorkör için fazla sakin, fazla hımbılsın. Hiçbir zaman yerinden ayrılamayacaksın. Sevimsiz şey! Seninle nasıl arkadaş olmuşuz anlayamıyorum doğrusu! Hımbıl! Hımbıl işte!"

Zavallı iskelecik! Römorkörün bu sevimsiz tavrına iskelenin su altında kalan kısmında yaşayan midyeler bile sinirlenmişler. "Bunun da burnu amma büyüdü" diye homurdanmış biri. "İskele ne güzel anlatıyordu yukarıda olanları. Biz de keyifle dinliyoruduk. O gemiyi kurtardığından beri, hiç konuşturmuyor zavallıyı." O sırada iskelenin üstünde tek ayağını tüylerinin içine çekip uyumaya çalışan bir martı da duymuş römorkörün sözlerini. "Sen görürsün" demiş içinden. "Sen görürsün."

Ertesi sabah, daha güneş doğmadan römorkörü palamarından çözen kaptan, "Haydi bakalım evlat" demiş. "Göster kendini. Bizi önemli görevler bekliyor." Römorkör neşeyle ileri doğru atılmış. "Eyvallah, iskele bozuntusu" diye seslenmiş giderken. "Her an geri dönmeyebilirim. Sen burada çürüyedur!" Römorkör uzaklaşır uzaklaşmaz martı ayağa fırlamış. "Buna daha ne kadar katlanacaksın?" diye sormuş iskeleye. "Sence bu kibirli sandal bozuntusuna gününü göstermenin zamanı gelmedi mi? Yürü, gidiyoruz!" İskele hayretler içinde martıya bakakalmış. "Sen çıldırdın mı? Nereye gidiyoruz? Ben buraya bağlıyım." "Onun çaresi bulunur" demiş martı. "Artık bu şımarığa dayanamayacağım. Yarın sabah, onlar gittikten sonra biz de gidiyoruz.."

O gün bütün gün martı oradan oraya uçmuş. Diğer martılara, karabataklara olanları anlatmış. Karabataklar denize dalıp dalıp bulabildikleri bütün lüferlere, yengeçlere, pavuryalara kısacası dişleri, kıskaçları işe yarayan tüm deniz canlılarına römorkörün terbiyesizliğini, kadirbilmezliğini aktarmışlar. Herkes çok üzgümüş. İskeleyi hepsi çok severlermiş. Çünkü iskele, bütün kuşlara kollarını, bütün deniz canlılarına altındaki boşlukta sığınağını açar, hepsini sever ve korurmuş.

Akşam alaycı römorkör gelip iskeleye bağlandığında bir başkalık sezmiş ama, gördüğü yeni yerlerden o kadar heyecanlı, kendi yaptıklarıyla o kadar doluymuş ki, böbürlenmekten olup bitenin farkına varamamış. Oysa bütün gün ve bütün gece, denizde ne kadar yengeç, pavurya, lüfer, kofana varsa çalışıp iskelenin ayaklarını kemirmişler. Taa Haydarpaşa'dan pavuryalar, hatta Yassıada'dan kocaman bir ıstakoz yardıma gelmiş. Sabah daha güneş doğmadan römorkör uzaklaştığında, Haliç'in bütün martıları iskeleye doluşmuşlar. Bütün karabataklar denizde yerlerini almış. Sonra denizden ve karadan iskeleyi itmeye başlamışlar. İskelecik nefesini tutmuş, heyecan ve üzüntüden titreyerek beklemiş. Birden bir hafiflik hissetmiş. "Ben... bana birşeyler oluyor...Ben yüzüyorum çocuklar." "Şşşşşt" demiş yaşlı midye "Bağırma, herkesi uyandıracaksın. Yüzersin tabii. Sen tahtadansın, unuttun mu?"

O sabah, tam da iskele kendisini karaya bağlayan ayaklardan kurtulduğunda Istanbul'u bir sis basmış, bir sis basmış, anlatılır gibi değil. Göz gözü görmez olmuş. Bütün gemiler, motorlar, römorkörler oldukları yere demirleyip beklemek zorunda kalmışlar. Henüz demir almamış olanlar, yerlerinden kıpırdamamışlar. O beyaz sessizliğin içinde Marmara'ya doğru süzülen karaltıyı kimse farkedememiş. Yalnızca çok erken kalkan yaşlı bir sütçü, kıyıdan kulak kabarttığında tuhaf bir gıcırtı ve şıpırtı duyar gibi olmuş ama, o da duyduğu sesi neye yoracağını bilememiş. İskele ilk heyecanını atlattıktan sonra dönüp arkasına bakmış. Yıllarca römorkörle dostluğunu paylaştığı Haliç kıyıları sisin altında görünmez olmuş bile. "Kolay olmayacak" demiş. "Hiç kolay olmayacak; ama başaracağım." Kınalıada'nın açıklarına vardıklarında, gün yavaş yavaş ağarıyormuş. "Hey! İşler kolaylaşıyor" diye seslenmiş martılardan biri. İskele uzun bir zamandır ilk defa gülümsemiş. "Ne zanettin? Artık ben de ayaklarımı oynatıyorum. Yüzüyorum! Gidiyorum!" "Evet, evet" demiş karabataklardan biri. "Gerçekten gidiyorsun."

İskele dalgaların da yardımıyla kendi kendine ilerlemeyi daha iyi becerdikçe, yengeçler ve pavuryalar birer birer izin isteyip yuvalarına dönmüşler. Karabataklar ve martılar iskeleye Marmara Denizi'ni aşana kadar eşlik etmişler. Çanakkale Boğazı'nı gecenin karanlığından yararlanarak geçip Ege Denizi'ne açıldıklarında Ege'nin güleryüzlü rüzgarları devralmış iskeleye yardım işini. "Sizler evinize dönebilirsiniz" demişler martılara ve karabataklara; "Bundan sonrasını bize bırakın. İskelenin hikayesini biz de duyduk. Ona yardım etmek görevimiz."

İskelecik imbatların, poyrazların eşliğinde Ege'den Akdeniz'e ulaştığında yunus sürüleri iskeleyi karşılamışlar. "Merhaba kahraman arkadaş" demişler. "Daha şimdiden ünün bize ulaştı. Yolculuğun süresince sana eşlik etmemize izin ver. Nereye kadar gitmeyi düşünüyorsun?" İskele şaşırmış. "Açıkçası arkadaşlar", demiş. "Bunu hiç düşünmedim. Bilmem ki. Ben denizleri pek tanımıyorum. Sizce nereye gitmeliyim?" Yunuslar kahkahalarla gülmüşler bu sözlere. "İskele kardeş" demişler, "nereye istersen gidebilirsin. Üstünde yaşadığımız dünya kocaman bir top gibi. İstersen bütün dünyayı dolaşıp tekrar Haliç'e bile dönebilirsin." İskele Haliç'ten söz edildiğini duyunca teleşlanmış. "Yok, yok" demiş. "Orada bu kadar üzülmeseydim, hiç terkeder miydim? İstemem. Yine teknelerle arkadaş olacağım bir yere gitmek isterdim. Ama, benimle alay etmeyecek, beni küçük görmeyecek, alçakgönüllü teknelerin olduğu bir yere."

İskelenin nereye gittiğini tam olarak kimse bilmiyor. Ama, yaşlı bir yunus, birgün Cebelitarık'taki kocaman kayanın yanında süzülüp geçen bir iskelenin Portekiz'in Atlas Okyanusu kıyısındaki küçük bir köyüne yanaştığını anlattı bana. Okyanus dalgalarının dövdüğü kıyılara yanaşmakta çok zorluk çeken balıkçılar, iskeleyi bir armağan gibi bağırlarına basmışlar. Yalnızca balıkçı tekneleri ve küçük yelkenlilerin dalgalarla boğuştuktan sonra sevinçle dönüp yanaştıkları iskelenin aslında bir zamanlar Haliç'in kıyısında yaşadığını yaşlı yunusa annesi anlatmış. Annesi de büyükannesinden duymuşmuş.

Haliç'tekiler iskelenin nereye gittiğini asla öğrenemişler. Akşam dönünce iskeleyi yerinde bulamayan kibirli römorkörün şaşkınlığını ise anlatmaya imkan yok. Birkaç gün, Haliç'in üzerinde hiç martı uçmamış, sularında hiç karabatak görünmemiş, balıkçılar hiç balık tutamamışlar. Sonra herşey normale dömüş; martılar, karabataklar, balıklar gittikleri gibi geri dömüşler. Ama arkadaşlarının sırrını titizlikle saklamışlar; hiçbirşey anlatmamışlar. Hele römorköre hiç . Römorkörle bir daha konuşmamışlar bile.

Bu öyküyü İstanbul'da bilen yok. Bana da yaşlı yunus anlattı. Doğru mu söyledi, uydurdu mu bilinmez. Ama eğer birgün yolunuz Portekiz'in okyanus kıyısındaki küçük köylerinden birine düşer de, oldukça büyük, oldukça yaşlı ama mutlu bir iskeleye raslarsanız, onunla birkaç kelime Türkçe konuşun. Tahtalarının keyifle titrediğini hissedeceksiniz.



                                       Mart 2001, İstanbul
Ayşen Ertür ©2001


Ayşen Ertür ©2001